Gönderen Konu: Minister'ın lanetli oku  (Okunma sayısı 727 defa)

Debra

  • Jr. Member
  • **
  • İleti: 71
  • :D :D :D
Minister'ın lanetli oku
« : 11 Aralık 2020, 17:43:15 »
Part 1 - Başlangıç

Doğduğun da çok ufaktı ve annesi Emily doğum sırasında hayatını kaybetmişti.
Bütün ebeler bu kadar ufak bir bebeğin bu kadar zor bir doğuma şahitlik etmesine şaşırmışlar bir yanda da Yüce Bulrok'a bu haberi nasıl vereceklerinin derdine düşmüşlerdi.
Kısa bir tartışmanın sonunda en yaşlı ebe kapıdan çıktı ve Emily'nin kocasına gidip durumu anlattı.
Usta savaşçı, devasa Bulrok bu haber karşısında adeta iki büklüm kaldı. O zamana kadar kurduğu bütün hayaller gözünün önünden geçti.
Çok sevdiği eşinin ölümüne mi üzülmeliydi yoksa yeni doğan bebeğine mı sevinmeliydi?
Bu sırada ebe henüz doğmuş erkek bebek hakkında bir yorum yapmamıştı. Bebeğin sadece doğduğunu söylemişti. Bunu nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. Verdiği ölüm haberi yeterince ağırdı.

Bulrok biraz bocalasa da yaşlı ebenin önünden geçerek kapıya yöneldi. Eşinin cansız bedeni ve yeni doğan bebeğini görmek istiyordu. Hayalinde hep kendisi gibi güçlü bir savaşçı vardı. Kimi zaman onunla Sosaria'nın derin dehlizlerinde yaratık öldürmek, bazen de düşman Blackthrone askerlerine karşı koymak vardı. Bu hayallerine Emily karşı çıkıyor kız bir çocuk istiyordu. Kendisi gibi bütün gün evde kalmayacak. İksir yapımı öğrenecek ve güçlü bir tüccar olacak kız istiyordu.
Bulrok kapıya geldiğinde bir anda dizlerinin üstünde yere yığıldı. Yataktan kapıya kadar kan akmış her yer kan içindeydi. Diğer ebeler onu görür görmez mutfak tarafına geçip arka kapıya yöneldiler. Devasa Bulrok gördükleri karşısında felç geçirmeye başladı.

Yatakta eşinin cansız bedeni ve bir yastık üzerinde kendi elinden ufak bir bebek. Kanlar içinde kalmış bebek doğduğundan beri hareket etmemiş ve hiç ağlamamıştı. Ebeler öyle ufak bir bebeğin yaşayabileceğini bile düşünmemişlerdi.

Yaşlı Ebe yere yığılan Bulrok'un yanına geldi. Dizlerinin üzerinde duran Bulrok ayağa kalkmaya çalışsa bile bunu yapamıyor. Ayaklarında güç hissetmiyordu.
Ebe koluna girip kendisinin 3 katı olan Bulrok'u kaldırmaya çalışsa da nafile.
Bulrok kanların içinde sürünerek yatağın başına geldi. Tam o sırada ufak bir ağlama sesi başladı. Ebeler bir anda içeri doluştu.
Ufacık bebek nefes almaya çalışıyor ve hayata tutunma mücadelesi içinde sesini çıkartmaya çalışıyordu.
O kadar ufakta ki bir kuşun kanat çırpma sesi kadar ses çıkarabiliyordu.

Yaşlı Ebe hemen eline alıp burnunu yüzünü temizlemeye başladı. Olanların şoku içinden tek kurtulan oydu. Bez ve ılık su istedi. Bu sırada yere yığılan Bulrok eliyle ahşap yere vuruyor ve sinirini çıkarmaya çalışıyordu.

---------------------

Bulrok bir süre sonra sakinleşmeye başladı. Yatağın ayak ucunda yerde, kanların içinde sırtını yatağa verdi. Attığı yumrukların etkisiyle kanlar her yere saçılmıştı. Trinsic şehrinin yakınlarında bulunan bu ufak evinde sadece sessizlik hakim oldu.
Bebeği temizleyen yaşlı ebe Bulrok'un yanına geldi. Biraz kanlı bezi uzattı. O an yaşadıklarının verdiği sinirle elinin tersiyle sertçe ittirdi kadını.
-Defolun gidin evimden, hepiniz! Şimdi!

Genç ebeler eşyalarını toplayıp hızlıca çıkmaya başladılar. Bu sırada yaşlı ebe bebeği kundağa sarıyordu. Cebinden ufak bir iksir şişesi çıkardı.
Masanın üzerine bu sihirli sarı şişeyi koydu. Bir isteği olup olmadığını sorduğunda;
-Giderken yarık vadinin orada evi olan demirci ustasını bana gönderin lütfen.
Kafasını sallayan ebe başka bir şey demeden çıktı.

Bir süre sonra demirci Alfred atıyla beraber geldi. Evin olduğu yere sanki bir kasvet çökmüş. Yaz ayı olmasına rağmen soğuk kesmişti.
Trinsic ağaçların sık olduğu bir bölge olduğu için zaten serin olurdu. Ama daha önce hiç yaşamadığı bir durum vardı. Yavaşça içeri doğru girerken o da gördükleri karşısında şok oldu. Yatağın ucunda bayılmış Bulrok, kardeşi Emily'nin kansız bedeni ve yastığın üstünde ufacık bir bebek.

Alfred önce Emily'nin yanına gitmeye çalıştı yerde ki kan o kadar kaygandı ki yere yapıştı bir anda. Düşme sesiyle beraber kendine gelen Bulrok seslendi.
-Alfred kadim dostum. Görüyor musun? Bunları hak edecek ne yaptım?!
*Neler oldu?
-Emily doğum sırasında öldü. Ve bu ufacık bebek doğdu.
*Yüce Merlin! Bu nasıl bir şey? Biri büyü yapmış olmalı!

Ama ortada hiç bir büyü ve lanet yoktu. Sadece böyle olması gerekiyordu.

-Alfred dostum! Beni yürütmen lazım. Sanırım ayaklarım artık beni dinlemiyor. Buradan gitmek istiyorum artık. Burada yaşayamam. Bunca yıldır çok kan gördüm. İlk defa bir kan beni boğuyor ahh Alfred!
*Anlıyorum dostum. Biraz sakin ol. Bebek? Bebek canlı mı?
-Bilmiyorum. Bilmiyorum!

Alfred'in yardımıyla Bulrok yatağın üzerine oturdu. Önce eşinin yüzüne sonra bebeğe baktı. Bebeğin gözleri açık ve gülümsüyordu.
Eline aldı ufak bebeği. Kundağını açtı. Erkek dedi.
Alfred yerde ki kanları temizlemeye çalışıyordu. Anlamadı ve efendim dedi.
-Bir erkek. Bir erkek çocuğumuz olmuş!
*Yüce Orlan sizi kutsasın dostum. Bir an önce şehre gitmeliyiz. Bir büyücüye ve şifacı bu bebeği görmeli. Büyü varsa bozmalı.
-Ne büyüsü Alfred! Böyle bir büyü hiç duydun mu?
 Alfred basit bir demirci ustasıydı. Zırh, kılıç, balta gibi savaş eşyaları değil basit şeyler yapardı. Daha çok atlar için nal, eğer demirleri ve evler için çit yapardı. Başka hiç bir konuda bilgisi olmayan basit bir köylüydü. Çirkin olması ve biraz aptal olmasından dolayı bekar ve beğenilmeyen biriydi. Tek dostu  Bulrok'tu. Eğer kardeşi olmasaydı muhtemelen böyle destanlar yazmış bir savaşçıyı da tanıyamazdı.
-Alfred arkada ufak bir at arabası var. Bana ondan sandalye yapmalıyız. Başka türlü bir yere gidemem.

Alfred ahıra doğru giderken bebeğine baktı. Eşinin hayali ve kendi hayali gözlerinin önüne geldi. Bir isim bulması lazımdı. Yaşayan bir erkek bebeği vardı. Ufaktı ama onun çocuğuydu. Gözleri Emily yüzü kendisi gibiydi. Eşinin hayali olan tüccarlık ve kendi hayali olan savaşçı yetilerini karşılayamayacak kadar ufaktı. Gene de tek elinde duran bebeğin alnını öperek "Minister" dedi.
Bu ismi koyarken tek amacı kendi gibi ufak olmasın, büyük bir şahsiyet olabilsin diyeydi. Anlamı büyüktü. Bakan demekti. Yöneten demekti.
Alnın öptü. Minister ağlamaya başladı.

Bir kaç hafta sonra Bulrok tüm eşyalarını toplamış. Alfred'i bekliyordu. Bahçesinden sopayla elma düşürmeye çalışıyor vakit öldürüyordu.
At sesi duyduğunda arkasına baktı ve Alfred geliyordu.

-Kadim dostum Alfred. Ben gidiyorum. Buradan uzağa Yew'e yerleşeceğim. Hiç bir şehir bizi kabul etmez. Çocuğum için burada bile lanetli söylentileri dolaşıyor. Bunu hissediyorum. Uzaklardan evime bakıyorlar ve yanıma gelmiyorlar. Bu yüzden daha geniş toprakları olan Yew'e gideceğim. Tek isteğim var senden bizi oraya götür. Tek başıma bunu yapamam ama seninle her şey kolay olur.

Bu sözlerin ardından sorgulamadan hazırlanmaya başladı. Yaklaşık 5 gün sonunda Yew sınırlarına geldiklerinde bir köylü gördüler. Yew köylülerin şivesi komikti. Kelimelerin bazı harflerini yutarlardı. Hayvancılıkla uğraşılan bu topraklarda adeta dilleri hayvan dilleriydi.

-Eyo yabancı kimisiz siz?
*Ben Bulrok, buda dostum Alfred. Buralara yaşamaya geldim. Sen kimsin?
-Ahırcı derler bana. Eyi ettiniz. Ben gidyom kuzular beler su vermeyi.
*Skilgram'ı tanırmısın Ahırcı?
-Skilgram öldü daa. Evi şu aaçların ora. Mezarlık yanı.
*Sağol ahırcı.


---------------------

Skilgram'ın evine doğru yola koyulan Bulrok ve Alfred eve yaklaştıkça evin harabe olduğunu gördüler. Kapısı çürümüş içerisi böcek ve ot kaplanmış kulübeden bozma ev adeta katillerin uğrak duraklarından biri olmuş gibi. Köyden kaçırdıkları kadınları buraya getiren katiller pisliklerinden hiç bozuntuya vermeden burayı adeta otel gibi kullanmışlar.
Bu görüntü karşısında Trinsic'e geri dönmelerini burada hiç bir şey yapamayacağını söylese de Bulrok onu dinlememiş ve Alfred'e teşekkür edip artık ayrılma zamanı geldiğini söylemişti.

Alfred'de ikiletmeden vedalaşıp tekrardan geldiği yoldan geri dönmeye başlamıştı bile.

Bulrok kucağunda Minister ile eve ve bahçesine bakmaya başladı. Kafasında nereden başlaması gerektiğini kurarken ufak bir ağlama sesi gelmeye başladı. Muhtemelen acıkmaya başlayan Minister geçen zamanda en fazla 1 parmak kadar büyümüş ve hala avcuna sığmaktaydı.

Yaşlı ebenin verdiği sarı iksiri, köylülerden topladığı sütle karıştırıp Minister'a içirmeye başladı ve bir yandan da tekerlekli sandalyesiyle eve girdi.

Sonbaharın ortalarında evin bütün tadilat işlerini bitirmiş. Belirli miktarda odun toplamış  ve kışa hazırlığını yapmıştı bu süreçte. Kışın yiyeceği etini de ufak tuzaklarla tavşanlar avlamış ve bir tanede geyik yakalayarak toplamıştı. Evin önemli noktalarına tuzaklar kurmuş, olası katil saldırılarına kendi çapında hazırdı.

Kışın ortasında Minister ufak bedeniyle emekleyeme başlamış ve artık hareketlenmişti. Neredeyse 7 aylık olan Minister henüz yarım kol boyu kadar uzamış ve hala çok ufaktı. Yaşlı Ebe'nin verdiği sarı iksir bitmiş artık babasıyla beraber süt ve kuru et yemeye başlamıştı. Etlerin en yumuşak yerlerini Minister'a veren Bulrok olabildiğince onu güçlendirmeye çalışıyordu.

İlerleyen yaşında ne kadar güçlü olabilirse onun için uğraşıyordu.

Gel zaman git zaman, kışlar yazları, yazlar kışları kovaladı. Britain şehri Lord Britisih'in elinden düştü. Katillerin, Orkların, tecavüzcülerin uğrak yeri oldu.
Lord British neredeyse tüm şehirlerden sürülüp en güvenli olan Moonglow adasına sığındı. Kuzeyde Papua ile olan bağlantı geçitine koyduğu askerler durmak bilemeyen saldırılara karşı koyarken güneyde zenginler huzur içinde ticaretini yapıyor ve sefa içinde yaşıyorlarıdı. Şehrin doğusunda çiftçi ve hayvancılar hakimken, batısında bir çok işle meşgul daha orta grup ve askeri evlerin olduğu aileler vardı. Moonglow, Sosoria üzerinde nadir güvenli olan şehirlerden biriydi. British aslında bu adaya sıkışmış. Olabildiğinde kendine bağlı kişilerle ayakta durmaya çalışıyordu. Kuzeyde bağlantı geçitinin orada kurduğu düzenekle az sayıda askeri ölse de Lord Blackthrone her gün farklı taktikler bulup saldırılarına devam ediyordu.

Bu geçen süreçte Minister artık konuşmaya, koşmaya ve 5 yaşını doldurmaya başlamıştı. Bulrok evi tadilatla ve köylülerin yardımıyla büyütüp birde köylülerle Yew'in dev ağaçlarına bir ağaç evi yaptırmıştı. Herkes tarafından sevilmese de seveni çoktu Bulrok ve Minister'ın.  Minister vaktinin çoğunu bu ağaç evde geçiriyor ve babasından habersiz orada içinden gelen büyü ile kuşlarla konuşmaya başlıyordu. Hiç bir şeyin farkında olmayan Minister bu yaptığından sadece zevk alıyordu. Bulrok ise oğlunun kendi başına konuştuğunu sıradan ufak bir çocuk olduğunu düşünüyordu.

Ta ki o güne kadar.

Bir sabah Bulrok uyandığında Minister'ın ter içinde yatakta sayıkladığını duydu. Yanına arabasıyla gittiğinde oğlunun göğsünde annesinden kalan kolyenin olduğunu ve bu mavi taşlı kolyenin parladığı gördü. Minister'ın dediklerini anlamaya çalışsa da çok anlamıyor sadece içelerinden "jux, flam, des" gibi bazı vurgulu kelimleri anlıyordu.

Savaştığı dönemlerde bu kelimelerin çok iyi anlamlara gelmediğini bildiğinden doğduğu gün Alfred'ın dediği "büyü, lanet" sözleri aklına gelmişti. Tam bu düşüncelere daldığında dışarıdan gelen bir çok hayvan sesinin farkına vardı. Minister sayıklamayı bırakmış ve normal uykusuna dönmüştü. Kolye'nin ışığı azalmış ama azda olsa duruyordu.
Kapıya yönelen Bulrok önce camdan dışarıya baktı. Bir kaç tane kuş ve geyik, domuz, inek aslında sıradan olan şeyler vardı.
Kapının koluna uzanıp kapıyı açtığında yüzüne yediği sopa onu anında bayılttı.

---------------------

Bulrok'un yüzüne clup silahı ile vuran ünlü katil Jr.A'lante idi. Genelde ufak tefek yağma işleri yapmasa da, canı sıkıldığında veya parası bittiğinde köy evlerine gelir. Ya bayıltır ya öldürür ve evde ne varsa alıp giderdi. Azılı bir katildi. Hem savaş yetenekleri hem büyü bilgisi üst düzeydi.
Onu ünlü katil yapan şey ise bir kere kullandığı çoklu yıldırım büyüsüydü. Daha önce görülmemiş bir büyüklükte masum insanlar üzerine bu yıldırım büyüsünü kullanmış ve tek seferde 12 insanın katili olmuştu. O günden sonra sol eli siyahlaşsa da bu ne büyü ne savaş yeteneklerini köreltmemişti. Bir daha o büyüyü yapmaya cesareti olmasa da ne yapacağı belli olmayan bir katildi.

Jr.A'lante, Bulrok'u bayıltıp içeri girdiğinde ne kadar fakir bir eve geldiğini anladı. Neredeyse eşya yok denecek kadar azdı. Evin içini süzerken yatakta yatan Minister'ı gördü. Yanına gittiğinde ışıklı kolyeyi gördüğünde biraz heyecanlandı ve hemen arkasına döndü. Kimse yoktu. Elini kolyenin üzerine uzatıp fısıldayarak "Klem Fer Ondue"  dedi. Bu büyülü sözlerle kolyenin üzerinde herhangi bir koruma büyüsü var mı yok mu anlamak istedi.

Hiç bir şey olmamıştı. Yere dönüp Bulrok'u kontrol etti. Tekrardan fısıldamaya başladı.
-Klem Fer Ondue
-Ort Vas Flam
-In Lor Flam
-Vas Lor Brig

Gene hiç bir şey olmamıştı. Bunun üzerine ellerini ovuşturan Jr.A'lante kolyeyi almak için yeltendiğinde kapıdan içeri son sürat bağırarak bir şahin girdi ve ensesini ısırdı. O kadar güçlü bir şekilde ısırdı ki ensesinden kocaman bir et parçası aldı. Ne olduğunu anlamaya çalışan Jr.A'lante can havliyle şahini tutup şömineye doğru fırlattı ve kaçmak için kapıya döndüğünde kendisi için yolun sonunun geldiğini anlamıştı.
Kapıdan içeri kocaman bir geyik boynuzlarını vurarak içeri girdi ve Jr.A'lante'nin bedenine saplanıp duvara yapıştırdı. Ünlü katilin sonunun böyle geleceğini kimse düşünemezdi.

Bulrok kendine geldiğinde kanların içinde uyandı. İlk başta Emily'in ölüm gününü gene rüyasında gördüğünü sansa da öyle değildi. Kafasını kaldırdığında yerde ölmüş bir beden vardı. Yediği sopanın etkisiyle tekerlekli sandelyesinden düşmüş ve ne olduğunu hatırlamaya çalışıyordu. Bir anda Minister aklına geldi. Doğrulup oturmaya çalıştı. Yatağa baktığında Minister yoktu.

Geyik Jr.A'lante'yi öldürdüğünde Minister onun üzerine binip gitmişti. Peşinde üstünden uçan bir şahin, önünde başka  bir geyik arkasında atlar ve gene üstünde arkadan uçan bir kaç kuş.

Minister kendisinin bile bilmediğini büyük bir güce sahipti. Hayvanlarla telekines kurabiliyor ve onlara istediğini yaptırabiliyordu. Bunu o kadar basit yapabiliyordu ki kendisi bile bazen anlamıyordu. Tek yaptığı içinden geçirmekti.

Zamanında ağaç evde hep bu hayvanlarla konuşuyor, onlara belirli görevler veriyordu. Şimdi ise o görevlerinin bittiği yere yani madenleriyle meşhur Minoc şehrine gidiyordu. Bu yaşta bir çocuk için şimdiden çok değişik bir hayata sahipti.

-----------

Part 2-  İlk Ok


Yew ile Minoc arasında ki yol vahşi yaşamın topraklarıydı. Buralarda her türlü hayvan barınır, en vahşi kurtlar sürüler halinde gezer, en büyük ve güçlü ayılar ormanların derinliklerinde yaşardı.
Ayrıca belli bölgelerinde Orc köyleri olur ve etrafına kötülük saçardı.
Minister geyiğin üstünde uyumuş ve aşırı acıkmıştı. Gözlerini açtığında midesi bulanıyordu. Geyik bir anda durdu ve diğer tüm hayvanlar etrafa konuşlanmaya başladı. Kuşların bir kısmı ağaçların dallarına konarken tepesde 3 şahin etrafı kolaçan etmeye başladı. Atlar durmalarıyla birlikte hemen yeşillikleri ısırmaya başladılar.
Minister çok aç olduğu için ne yapacağını düşünmeye başladı. Gökyüzüne baktı ve bir kaç saniye sonra şahinler farklı yerlere dalışa geçti.

Çok değil bir kaç dakika sonra 2 şahin ayaklarında kocaman tavşanlarla geldiler.
5 yaşlarında olan bir çocuk için çok anlamsız bir andı. Ne tavşanı kesebilecek bir bıçağı vardı ne ateş yakmasına yarayacak bir bilgisi.

Minister mutsuz bir şekilde kan içinde kalmış tavşanlara bakarken atların yüksek sesle kişnemesiyle irkildi.
Gözünü kısıp ormana doğru baktığında elinde kocaman bir baltası olan adam ağaç adamlarla savaşıyordu tek başına. Bu sırada hayvanların hepsi otlamayı bırakmış Minister'la beraber adamı izliyorlardı.

Ormancı adam cesetlerle işini bitirdikten sonra Minister'a doğru yürümeye başladı. Uzaktan "selam çocuk" diye bağırdı.

Minister henüz çok konuşamasa da "merhaba" diye bağırdı.

-Adım Minister! Yüce Bulrok'un oğlu Minister. Sen kimsin?
 -Selam Minister bana genelde ormancı derler. Ormancı Fred.
-Neden ormancı diyorlar sana?
Bu sorunun üstüne güldü Ormancı Fred.
Fred bir anda şarkı söylemeye başladı.
 -Çünkü ben bir ormancııııyım. Ağaç keserim. Odun toplarım. Geçimimi böyle sağlarım. Hey! Her yerde ağaçlar, her yerde odunlar daha kesilecek çoooooooooooookkkk ağaç adam varrrr!

Minister'ın şaşkın bakışları altında Ormancı Fred kahkaha atmaya başladı.
-Korkma deli değilim. Issız ormanların içinde vahşi hayvanları bu şekilde korkutuyorum. Sesimi duyunca korkup iyice uzaklaşıyorlar ve bende rahatça odun topluyorum.

Minister olanları idrak etmeye çalışırken karnı o kadar şiddetli guruldamaya başladı ki Ormancı Fred bile duydu.

-Hey Ormancı Fred acaba sen bu tavşanları kesip pişirebilir misin? dedi ve parmağıyla onları gösterdi.

Fred parmağıyla gösterdiği yere baktığında kocaman 2 tane orman tavşanı gördü ve gözleri açıldı.

-"Bunları sen mi yakaladın?" diye sordu.
-"Hayır" diyerek tepelerinde uçan şahinleri gösterdi.
Ormancı Fred ne olduğunu anlamadı ama kendisi de çok açtı.
-Hemen keselim yoksa et bozulur dedi ve belinden kocaman bıçağı çıkararak kendilerine mükemmel bir ziyafet hazırladı.

Karınları doyan Minister ve Ormancı Fred tavşanları yedikleri süreç boyunca konuştular.
Ormancı Fred 25 yaşlarında genç biriydi. Kimsesi yoktu. Civar köyleri gezerek odun satardı. Bir evi yoktu. Orman onun eviydi.
Bu yüzden ormanın içinde yaşar, tehlikeli bölgelerde ağaçların bile üstünde uyuyabilirdi.

Karınları doyduktan sonra Fred babasını sordu.
Minister hiç bir cevap veremedi. Ve gözünü açtığında geyiğin üstünde olduğunu söyledi. Hiç bir şey hatırlamadığını ve hayvanları konuşmadan yönlendirebildiğini anlattı.

Ormancı Fred bunun üzerine tekrar kahkaha patlattı.
-Böyle bir şey nasıl olabilir hahahahahaha! Hayvanlarlı konuşmadan yönlendiremezsin! Delirdin mi çocuk?
-"Köpeğin koşarak bize yaklaşıyor birazdan burada olacak" dedi Minister.
Bunun üzerine Fred gülmeyi bıraktı ve ayağa kalkıp etrafına baktı. Her tarafa döne döne baktı ve en sonunda köpeği Loggi'yi gördü.
Dönüp Minister'a baktığında boynunda parlayan kolyeyi fark etti.
-O da ne öyle?!
Minister eğilip kolyeye baktı ve bir şey demedi.
-Ne olduğunu bilmiyorum bir süredir boynumda. Sanırım babam annemin kolyesi diye taktı.

Kolye daha fazla parlamaya başlayınca bütün hayvanlar yayıldıkları yerden kalkmaya başladı. Bunun üzerine Ormancı Fred ve Minister'da yerlerinden zıpladı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Minister şahinlere baktı ve hemen birinin gözünden ormanı incelemeye başladı.
Ormanın diğer tarafından bir kaç tane katil masum bir köylü kızını kovalıyorlardı. Minister bunu Ormancı Fred'e anlattı.
Fred etraftan bütün eşyalarını toplamaya başladı hızlıca ve "hadi çabuk gitmeliyiz" dedi.
-Minister "o kadına yardım etmeliyiz" dedi.
- Saçmalama 4 tane azılı katil burada hepimizi katleder bu hayvanların bile ölüsü kalmaz ortada!

Bunları konuşurken ormanın içinden "imdattt yardım edin" diye bağıran kızın sesi duyulmaya başladı. Seslerin arasında atlara vurulan kırbaç sesleri, atların kişnemeleri ve ayak sesleri de duyuluyordu.
Minister bir an gözlerini kapattı ve artık bütün hayvanların gözlerinin içinde belirmeye başladı.
Şahinler katillere doğru sorti yapmaya başladı. Atlar sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı.
Loggi ise Ormancı Fred'in yanında kuyruğunu ve kulaklarını dikmiş hırlamaya başlamıştı.


--






« Son Düzenleme: 20 Mart 2021, 09:09:26 Gönderen: Debra »
Hoppala vede cubbalaa !!!

Horus

  • High Council
  • Newbie
  • *****
  • İleti: 29
Ynt: Minister'ın lanetli oku
« Yanıtla #1 : 11 Aralık 2020, 18:11:23 »
devamını bekliyoruz... eline sağlık

Straormash

  • Newbie
  • *
  • İleti: 16
Ynt: Minister'ın lanetli oku
« Yanıtla #2 : 11 Aralık 2020, 22:22:45 »
Bekliyoruz devamını hocam.